Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; pireler berber, develer tellal iken, ben annemın, babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, az gittim, uz gittim, dere tepe düz gittim, birde döndüm baktım ki bir arpacık yol gitmişim.
Derken bir kralın oniki çocuğu varmış. Kardeşlerin onbiri erkek, en büyükleri ise Elisa isminde bir kız imiş.
Hebû nebû, duwazdeh zarokên padîşahekî hebûn – yazdeh bira û xwîşkek mezin, navê wê Elîsa bû.
Günün birinde anneleri ölmüş. Kısa zaman sonra kral başka bir kadınla evlenmiş. Ama yeni karısı aslında bir cadı imiş.
Rojekê ji rojan diya wan mir, û demekê piştre padîşah jineke din ji xwe re anî. Lê jina nû ya padîşah, anku jinbava wan, cadûbazeke neçak û nebaş bû.
Bu cadı onbir prensi kuğulara dönüştürüp onları çok uzak bir ülkenin derin ormanına yollamış.